Naneli Gazozun Yaz Hâli
DENEMEEDEBIYAT
Sümeyra Tobi
5/26/20253 min read
Yaz, Ayvalık’ta başka türlü yaşanır. Sokaklar çocuk kahkahalarıyla çınlar; sanki küçük bir bayram yaşanıyor gibi. Yüksek taş duvarların ardından gelen cıvıltılar, evin içindeki serinliğe bile sızar. Birinin elinde teneke kutudan yapılmış el yapımı bir davul, ötekinin sırtında boyundan büyük bir kitap çantası. Mahallenin köşesinden dönerken, yazın sesi iyice yükselir: Dondurmacının zili, gazoz kapağının "pıssst" sesi, sapan taşı gibi fırlatılan şarkılar…
Öyle zamanlarda, plastik bir sandalyeye oturur, güneşin kavurduğu kaldırımı ayaklarımın altına alırdım. Elimde buz gibi bir naneli gazoz… Dışı buğulanmış şişenin içine bakınca, dünyayı yeşil bir camın ardından görmenin tadını çıkarırdım. Nane kokusu burnuma vurdukça içimde serin bir yol açılırdı; sanki zeytin ağaçlarının altından denize koşar gibi hissederdim.
Ayvalık tostu... O upuzun yaz günlerinde açlıkla sabrın sınandığı bir mucizenin hediyesi gibi beklenirdi. Kızarmış ekmeğin kıtır sesi duyulduğunda, herkes susardı. İçindeki sucukla eriyen kaşarın sıcak dansı, biber turşusunun çıtırtısı ve o özel Ayvalık sosunun ekşi-tatlı dokunuşu… İlk ısırıkta ne çocuk kalırsın ne de büyürsün; sadece mutlu bir insan oluverirsin.
Sokağın köşesinde eski bir sahaf vardı, rafları resimli kitaplarla dolu. Bir defasında, o sahafın önünde durmuş, rüzgârın çevirdiği kitap sayfalarının sesine kulak vermiştim. Rengârenk kapakların arasında, deniz kokulu masallar ve buz gibi limonata tadında şiirler saklıydı. O kitapları okurken sayfalardan gelen hafif vanilya kokusu—evet, eski kitapların o kendine özgü kokusu—burnuma çalındığında, artık sadece bir okuyucu değil, o hikâyelerin içinden geçen bir karakterdim artık. Her satırda bir başka yaz akşamı başlardı. Bazen eski bir sandala binip uzak adalara giderdim, bazen de bir ağacın gölgesinde hayallere dalardım.
Deniz kenarında yürürken, çırılçıplak ayaklarım taşların üstünde küçük bir oyun oynardı. Sıcak taşla serin gölge arasında bir dans. Elimdeki kâğıda sarılı Ayvalık tostu yavaş yavaş soğusa da her ısırıkta içimde başka bir çocukluk anısı belirirdi. Her yaz biraz daha büyürsün ama nedense tost hep aynı kalır: sıcacık, doyurucu ve güvenilir.
Yaz mevsimi sadece havanın ısınması değildir; o, duyulara fısıldayan bir mevsimdir. Gözlerini kamaştırır, kulaklarını çocuk kahkahalarıyla doldurur, hafifçe tenini sarar. Ağzında nane serinliği, tost çıtırtısı ve deniz tadı bırakır. Ve o an, sana çocuk olmanın hafifliğini yeniden hatırlatır.
Bazen, sırf o duyguyu yaşamak için açarım eski bir şarkıyı. Çocuk sesleri gibi dağılır o melodi evin içine. Sonra mutfağa gider, buz gibi bir naneli gazoz açarım. Ve o ilk yudumda, her şey yeniden başlar.
Sanki zaman bir anlığına durur; günlerden hangi gün olduğu, takvimin hangi ayı gösterdiği önemini yitirir. Yaz mevsimi, insanın içini yavaşça ısıtan bir hatıraya dönüşüverir. Evin balkonunda asılı çamaşırlar hafifçe dalgalanırken, uzaktan gelen martı sesleri beni başka bir sahil kasabasına götürür.
Ve akşam olur... Yaz geceleri ise bambaşka bir şölendir. Ege kıyılarında rüzgâr biraz serinler, balkonlara ince şallar serilir. Bir yanda çay demlenir, öte yanda karpuz kesilir. Sokaktan gelen bir radyo sesi, eski bir şarkıyı taşır. Belki bir Zeki Müren, belki bir Ajda Pekkan. Bu melodiler, yazla birlikte hafızaya işlenir. O şarkıları başka bir mevsimde dinlesen bile içinden tuzlu bir rüzgâr geçer, yüreğine Ayvalık kokusu siner.
Ve sonra, bir çocuk kahkahası. Tüm yazları birbirine bağlayan o ses. Ne değişir zamanla? Gazoz şişeleri belki camdan plastiğe döner, kitapların kapağı dijitalleşir. Ama o kahkaha hep aynı kalır. Saf, içten, yaz gibi...
Sümeyra Tobi
İstanbul, 2025

