'Kevin Hakkında Konuşmalıyız' Üzerine Bir Değerlendirme
SINEMAİNCELEME
Cansın Özel
3/7/202513 min read


'Kevin Hakkında Konuşmalıyız' Hakkında Bir Değerlendirme
Orijinal adı ile “We Need To Talk About Kevin” (Kevin Hakkında Konuşmalıyız) Lionel Shriver isimli yazarın 2003 yılında yayınlanmış, ödüllü bir romanı ve aynı romandan aynı isimle uyarlanan sarsıcı bir film olarak karşımıza çıkmaktadır. Roman, Eva isimli karakterin eşi Franklin’e yazdığı yirmi sekiz ayrı mektuptan oluşmaktadır. Eva isimli ana karakterin dilinden okuyucuya olayların aktarıldığını; diğer bir deyişle, romanın anlatıcısının “Eva” isimli karakter olduğunu söylemek mümkündür. Bu çalışmada, kitap ve film özetine, karakter tanıtımlarına, kitap ve kitaptan uyarlanan filmin ayrıntılı bir analizine yer verilmekle yetinilmektedir.
Kanaatimce “Psikolojik” türün en önemli eserlerinden biri olan roman, esas itibariyle, biri ergen bir erkek, diğeri küçük yaşta bir kız çocuk olmak üzere iki çocuk annesi olan ve başarılı bir kariyeri bulunan Eva’nın, ilk çocuğu Kevin’ın doğumundan, ergen olduğu zaman gerçekleştirdiği ve babası ve kız kardeşi de dahil toplam on bir kişinin ölümüne sebep olduğu katliama kadar ve katliamdan sonra yaşananları, hissiyatlarını, büyük özlem duyduğu eşi Franklin’e aktarmasından ibarettir. Ne var ki yazar roman süresince okuyucuya çeşitli ipuçları verse de; eserin son bölümüne kadar yaşananları “tam manasıyla” aktarmayıp, okuyucuyu umulmadık sona doğru sürüklemektedir. Bu noktada, Eva’nın ağzından yazılan mektuplarda, hem Kevin’a yaptığı ıslahevi ziyaretleri ve dava süreci gibi yakın zaman olayları yanında; kronolojik bir sıralama ile eşi Franklin ile birlikteliğinin başından, katliam gününe dek süregelen zaman diliminin de en ince ayrıntısı ile anlatıldığı ifade edilebilir.
FİLM ÖZETİ
Lynne Ramsay’in yönetmenliğini yapıp; başrollerini Tilda Swinton, John C. Reilly ve Ezra Miller’ın üstlendiği, 2011 yapımı 112 dakikalık yapım, Bafta ve Altın Küre de dahil olmak üzere, yönetmen, senaryo ve başrol oyuncularına adaylıklar ve ödüller kazandırmış, eleştirmenlerden “olumlu” yorumlar almıştır.
Uyarlandığı kitabın yaklaşık beş yüz sayfadan ve çok sayıda psikolojik analiz ve ayrıntıdan ibaret olduğu düşünülürse, filmin elbette kitapta yer alan tüm olayları ele almasını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Ne var ki, filmde yer alan sahne ve diyaloglar, kitapta anlatılmak istenen duygu ve düşünceleri yansıtmak hususunda oldukça başarılıdır. Öyle ki, Kevin’ın bebekliği, çocukluğu ve ergenlik dönemi de dahil her bir büyüme evresinde, farklı ve oldukça başarılı oyuncularla canlandırılması; Eva rolündeki Tilda Swinton’ın “insanüstü” performansı, filmi başarılı kılan en önemli faktörler olarak ifade edilebilmektedir.
Kitapta da ayrıntılı olarak aktarılan, Eva’nın çocuk sahibi olmadan önce sahip olduğu hayat tarzının, “hamile olduğunu öğrendikten sonra” yaşadığı kararsızlık hissiyatının ve Kevin’ın zor bir doğumla dünyaya gelmesinden sonra, sürekli ağlamasının, geç konuşmaya başlamasının, oyunlara ilgi duymamasının, Eva’ya anne demeyi reddetmesinin, tuvalet alışkanlığını geç kazanmasının ve tüm bu süreçte “Kevin’da bir sorun olduğunu fark eden” tek ebeveyn olmanın kendisinde yarattığı çaresizlik ve yalnızlık hissinin, Franklin ile aralarında Kevin’ın doğumu ile vuku bulan sorunların ve Eva’nın (belki de hem kendine hem de eşine kötü bir anne olmadığını, sorunun Kevin’da olduğunu kanıtlamak amacıyla) sahip olduğu ikinci çocuğu ile kurduğu güvenli ve sevgi dolu bağın, sonuç itibariyle de Kevin’ın adım adım babası ve kız kardeşi de dahil on bir kişiyi katletmesine sebep olan olaylar silsilesinin çarpıcı biçimde beyazperdeye aktarıldığını ifade etmek mümkündür. Ne var ki filmde yer alan sahnelerde anlatılmak istenenler izleyiciye “her zaman” doğrudan yansıtılmamakta, bazen ima edilmekle yetinilmektedir. Öyle ki Celia’nın bir gözünü nasıl kaybettiğine, evde Celia’nın beslediği evcil hayvanın nasıl ortadan kaybolduğuna ve Kevin’ın cinayetlerini nasıl işlediğine dair ayrıntılara filmde yer verilmeyip; Celia’nın tek gözü siyah bandajlı olarak yer aldığı ve katliam günü, polis ve kalabalığın gelmesi sonrasında yaşananların aktarıldığına şahitlik ettiğimiz film, “şiddet sahnelerine yer vermemek suretiyle de” etkili olunabileceğinin çarpıcı bir örneğini teşkil etmektedir.
Kitapta yer almasına rağmen, Kevin’ın arkadaşı ile birlikte üstgeçitten alt şeritte geçen arabalara tuğla attıkları, Kevin’ın bir komşu çocuğunun bisikletinin ayarlarını bozmak suretiyle çocuğun kaza yapmasına sebebiyet verdiği, yine bir grup arkadaşını yönlendirerek bir öğretmenlerine kendilerini cinsel olarak istismar ettiğine yönelik iftira attıkları ve o dönemde çok sayıda okul katliamı haberlerinin basında yer aldığı hususlarına filmde değinilmemektedir. Yine, kitapta yer almasına karşın, Franklin’in Celia ile kurduğu “mesafeli” ilişki filmde yeterince yansıtılmamaktadır.
Diğer yandan, Eva’nın toplumdan izole olduğu ve büyük çoğunluğu mağdur aileler ve komşuları olmak üzere, insanlar tarafından “dışlanmaya ve rahatsız edilmeye” maruz bırakıldığı hususu, mağdur bir annenin kendisine yumruk attığı ve işyerindeki erkek çalışma arkadaşının kendisini dansa davet etmesine red cevabı verdiği için aşağılandığı ve hakarete uğradığı sahnelerle anlatılmaya çalışılmakta; ne var ki, bu sahneler (kitapta yer almamasına karşın) filmde izleyiciye aktarılmamaktadır.
Bu bağlamda, filmin kitapta yer alan çok sayıda ayrıntıyı değil; kitap içeriğini belirleyen olay örgülerini yansıtmayı amaçladığını; bunu yaparken de esasında kitapta bile yer almayan bazı sahnelere de (vermek istediği duygu ve düşünceyi daha iyi aktarmayı amaçlaması hasebiyle) yer vererek, oyuncuların olağanüstü performansı ve filmde kullanılan müzik ve renklerin de etkisi ile sonuç itibariyle ortaya “sarsıcı ve etkileyici” bir filmin çıktığından bahsetmek pek ala mümkün olacaktır.
KARAKTERLERİN TANITIMI
Eva, eserde “yazdığı mektuplar” aracılığı ile “anlatıcı” konumundaki ana karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Ermeni asıllı, Avrupa’da büyüyen, ancak eşi Franklin ile tanıştığından bu yana ABD’de yaşayan, evli, iki çocuk sahibi ve kariyerinde oldukça başarılı bir kadın olan Eva; gezi rehberleri hazırlayan popüler ve büyük bir şirketin kurucusu olması nedeniyle (özellikle de çocuk sahibi olana kadar) çok sayıda ülkeyi gezmiş ve sık seyahat etmiş biri olarak resmedilmektedir. Babasını savaşta kaybetmesinden sonra, annesinde gelişen “açık alan fobisi” yüzünden, küçük yaşlardan bu yana sorumluluk almayı tecrübe etmiş biri olan Eva, bir erkek kardeşi ve annesinden uzakta, ABD’de yaşıyor olması hasebiyle, kendi ailesi ile ilişkisinde “mesafeli” konumdadır. Öte yandan eşi Franklin ile çok mutlu bir evliliği bulunan Eva’nın, ilk çocuğu “Kevin”ın doğumu sonrası kendisi ve aile içi dinamikleri arasında büyük değişim vuku bulmaktadır. Çevresindeki çoğu insandan farklı olarak özgün, eleştirel bir zekâ ve bakış açısına sahip olan Eva; özellikle de ilk çocuğu olan oğlu Kevin tarafından bu bakımdan “üstten bakan ve ukala” biri gibi addedilmektedir. Ne var ki tüm eser boyunca Eva’nın, iyi bir eş ve iyi bir anne olma çabasını her koşul ve durumda sürdürmeye çabalayan ve tüm iç hesaplaşmalarına karşın “güçlü” kalmayı başarabilen bir kadın olduğunu da söylemek pek ala mümkündür.
Eva’nın eşi ve çocuklarının babası olan Franklin ise, ABD’li, reklam sektöründe çalışan, Eva’ya nispeten daha az kazanan (ve bunu sorun etmeyen), özgüvenli, rahat ve kendini eşi ve (özellikle de) çocuklarına adayan biri olarak resmedilmektedir. Ne var ki, Franklin’in Eva ile olan mutlu beraberliği, ilk çocukları Kevin’ın doğması ve sorunlu bir çocuk olması hasebiyle olumsuz etkilenmektedir. Öyle ki, ilk çocukları Kevin’a her daim “korumacı ve sahiplenici” bir pozisyonda ebeveynlik yapan Franklin’in bu yaklaşımına karşın; Kevin’ın bu tavırdan memnun olduğunu ve babası ile “sağlıklı” bir ilişki yürüttüğünü söylemek pek de mümkün değildir. Bunlara ek olarak, Kevin’daki sorunları fark eden ve ciddiye alan tek ebeveynin Eva olması, Franklin’in eser boyunca yalnızca, Eva’yı “olayları abartan” ve “çocuğuna karşı mesafeli bir anne” olmakla suçlamasına değil; Eva’nın “ebeveynlik sürecinde” çaresiz ve yalnız hissetmesine de sebebiyet vermektedir. Bu sebeple, Franklin’in iyi niyetli ve kendisini çocuklarına (bilhassa da Kevin’a) adayan bir baba olmasına karşın; sorunları görmezden gelmesi, eşi Eva ile aynı “tutarlılık ve kararlılıkta” bir ebeveyn olmayışı yüzünden eserin sonunda Kevin’ın bedel ödettiği mağdurlar arasında yer aldığı ifade edilebilmektedir.
Eva ve Franklin’in ilk çocuğu olan Kevin ise, bebekliğinden, ergenliğine dek, ailenin “sorunlu, ailesine ve çevresine kayıtsız, öfkeli, alaycı ve zeki oğlu” olarak resmedilmektedir. Annesi Eva ile bilindik ve alışılmış bir anne-oğul ilişkisinin mevcudiyetinden bahsetmek pek de mümkün değildir. Bu noktada, babası ile görünürde “daha yakın” bir ilişkisi olduğunun düşünülmesi yanıltıcı olmaktadır. Zira, her ne kadar görünür olmasa da Kevin’ın roman boyunca, annesinin ilgisini ve dikkatini çekmeye, bunu da dolaylı yoldan yapmaya çalışan bir çocuk olduğu anlaşılmaktadır. Ne yazık ki, doğumu ile annesini mutsuz ettiği yönündeki (çarpık) düşüncesi hasebiyle, annesinden intikam alma dürtüsü ile hareket edip, nihayetinde de babası ve kız kardeşi dahil onbir kişinin ölümüne sebebiyet verdiğini öğrendiğimiz Kevin’ın; her şeye rağmen, annesi Eva ile olan ilişkisinin eser boyunca devam ettiğini de ifade etmek mümkündür.
Eva ve Franklin’in, ikinci çocuğu olan Celia ise, (Kevin’ın aksine) oldukça uysal, sevgi dolu, merhametli ve özellikle de annesiyle yakın bir bağ geliştirmiş küçük yaştaki bir kız çocuğu olarak resmedilmektedir. Kendisine karşı çok sayıda rahatsız edici eylemi olmasına karşın, ağabeyi Kevin ile birlikte zaman geçirmek isteyen, onu oldukça seven bir kız çocuğu olması “naif” kişiliğine verilebilecek örneklerden sadece biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne var ki, (özellikle de Eva ile oldukça yakın bir bağ geliştirmesi sebebiyle) en nihayetinde Celia da, tıpkı babası Franklin gibi Kevin tarafından katledilen kurbanlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
KİTAP VE FİLM ANALİZİ
Yapılan araştırmalar, suça sürüklenen çocukların, suça yönelmesinde ailelerinin ve sosyal çevrelerinin çok büyük bir rolü olduğunu göstermektedir. Ne var ki, (çevre ve aile etkisine oranla nispeten daha az etkili olsa da) aynı ailede ve aynı ortamda yetişen çocuklar arasında dahi farklı yönelim ve özellikler tespit edebilmek pek ala mümkündür. Bu bağlamda, suça yönelimde aile ilişkilerinin etkisi yadsınamasa da; doğuştan gelen özelliklerin, genetik faktörlerin ya da mizacın da etkisinin olduğu ifade edilebilir.
İşte,” Kevin Hakkında Konuşmalıyız” kanaatimce tam da bu bakış açısından bakmaya zorlamaktadır, okuyucuyu. Öyle ki, başarılı, bilinçli ve gayretli bir anne ile sevecen ve çocuklarına kendini adamış bir babanın ilk çocuğu olan Kevin, daha doğduğu an itibariyle sürekli ağlayan, annesini emmeyi reddeden, geç konuşan, tuvalet alışkanlığını geç kazanan, annesine “anne” olarak hitap etmeyen, çocukluğunda “oyunlar” da dahil olmak üzere çevresinde olup biten her şeye kayıtsız kalan bir çocuk olarak resmedilmektedir. Her ne kadar, eser içeriğinde, Eva’nın gayretli olduğunu kabul etmesine rağmen, “iyi bir anne olmadığını” düşünmesi ve kendiyle sık sık bu sebeple hesaplaşmasına tanık olmaktaysak da; esasında sorunun başından bu yana” Kevin”ın “çarpık” düşüncelerinden ve kişilik bozukluğundan kaynaklandığını söyleyebilmek mümkündür. Zira, eserde Eva ve Franklin’in ikinci çocukları olan Celia’nın Kevin’dan tamamen farklı bir çocuk olması, yazarın “alelade veya tesadüfi bir düşüncesinin” neticesi değildir kanaatindeyim. Ne var ki, yazarın, Eva’nın Kevin’ın doğumu sonrası yaşadığı hayal kırıklığına ve geçmiş hayatına duyduğu özleme odaklanmasını, bu noktada okuyucuyu şaşırtmak, sorgulamaya yönlendirmek amacıyla “özellikle” tercih ettiğini düşünüyorum. Zira, her ebeveynin çocuk sahibi olmadan önceki ve çocuk sahibi olduktan sonraki yaşantısında, kayda değer farklılıklar olduğunu zikretmek pek ala mümkündür. Yine, Eva’nın Kevin’in daha doğar doğmaz onu emmeyi reddetmesi ve oldukça sık ağlayan bir bebek olması hasebiyle, “doğum sonrası sendromunu” daha yoğun yaşadığı düşünülebilir. Bu bağlamda, “doğum sonrası sendromunun” loğusa kadınlar arasındaki yaygınlığı dikkate alındığında, Eva’nın yaşadıkları ruhsal dönüşümleri “olağandışı” ve “Eva’yı kötü anne yapan unsurlar” olarak yaftalamak kanaatimce hakkaniyetli olmayacaktır.
Ne var ki, eser içeriğinde, Eva dahi, bu sendromu küçümsemiş ve özellikle de Franklin’in kendisini mesafeli ve sabırsız bir anne olmakla suçlaması yüzünden, yaşadığı hayal kırıklığı ve çaresizlik duygularının yanına bir de “suçluluk duygusunu” eklemiştir.
Diğer yandan, Kevin’ın kendi varlığının annesinde “yük ve mutsuzluk” yarattığı yönündeki “çarpık” bakış açısı, eser boyunca annesinden nefret etmesine, annesine hayranlık duymasına, annesinin ilgisini kazanmaya yönelik davranışlara ve en nihayetinde bir şiddet zincirinin son halkası olan korkunç bir katliamın faili olmasına sebebiyet vermektedir.
Nitekim, annesinin kendi doğumu ile “mutsuz” ve “hayal kırıklığına uğramış” olduğunu düşünen Kevin’ın bu düşüncesinin etkisiyle ailesine ve bilhassa da annesine yaşattığı sorunlar, bir noktada adeta “kendini gerçekleştiren kehanet” gibi, Eva ile arasında “sağlıklı ve sevgi dolu” bir bağ kurmasına engel teşkil etmektedir. Ne var ki, Kevin’ın annesinin onu sevmediği ve adeta bir yük olarak gördüğü yönündeki (gerçeklikten uzak) bakış açısının, Eva’nın eser boyunca iniş ve çıkışlar içerse de Kevin’ın yanında olmaya devam etmesiyle “boşa çıktığını” ifade etmek mümkündür. Zira, Eva’nın çevre baskısı le hareket etmeyen, dindar olmayan, oldukça özgün, zeki ve nüktedan bir kadın olması hasebiyle de, eşi ve diğer çocuğunu katletmesine karşın, hala Kevin’ı düzenli olarak ziyaret etmeyi bırakmamış olmasını, (Kevin’ın düşündüğünün aksine) dini ya da toplumsal saiklerle izah etmek de pek mümkün görünmemektedir.
Diğer yandan, Eva ile “tutarlı” bir ebeveynlik bakış açısına çoğu zaman sahip olmasa da; Franklin’in de keza, hayatını çocuklarına, bilhassa da Kevin’a adadığını kesin olarak söyleyebilmek mümkündür.
Bu sebepledir ki, yazarın, bu eserle (türlü sorgulamaları da elden bırakmayarak) esas itibariyle, her suça yönelen çocuğun davranışlarından ailelerini ve yaşadıkları ortamı “sorumlu” görmenin “her hal ve şartta” doğru olamayabileceğinin vurgulanmaya çalışıldığını ifade etmek mümkün görünmektedir. Bu bakış açısı ile, esasında, ekonomik sorunları bulunmayan, alkol ve uyuşturucu bağımlısı olmayan, kendisine sevgi ve ilgi sunmaya çaba gösteren ebeveynlere sahip olan bir çocuğun da (kişilik sorunları hasebiyle) vahim ve korkunç suçların faili olabileceği hissettirilmektedir.
Bu bağlamda, Kevin’ın “saf kötülük”ten ibaret olduğunu da söylemek, yine “sığ” bir bakış açısının tezahürü olabilir, ancak. Zira, bilhassa annesinin kendisini sevmiyor ve istemiyor olduğu yanılgısı ile “kötü eylemlerin faili” olduğunu düşünürsek, esasında kötüden öte, kırılgan ve (olağan olmayan şekilde) hassas bir çocuğu da temsil ettiğini söyleyebilmek pek ala mümkündür.
Kitap bu noktada, hiç kimsenin “salt kötülükten” ya da “salt iyilikten” ibaret olmadığını da gözler önüne seriyor olması açısından, oldukça çarpıcıdır. Zira, eserin sonunda Kevin’ın ömrü boyunca göstermediği bir hassasiyetle yaşadığı pişmanlığı dillendirmesi ve ilk kez annesi ile sarılarak ona olan minnet ve sevgisini göstermesi, esasında doğuştan kötü olmayıp, olayları algılamadaki zayıflığı ve bu sebeple sahip olduğu çarpık düşüncelerin etkisi ile hareket ettiğini doğrulamaktadır. Öyle ki, esasında “annesine eziyet çektirmek için her şeyi yapan Kevin’ın”, aynı zamanda “ilgi ve sevgi göremediğini düşündüğü annesine azami seviyede bağlılık geliştirdiği ve ona hayranlık beslediğini de” bu bağlamda (her ne kadar tezat içeriyor gibi görünse de) söylemek mümkün olacaktır. Zira, eser içeriğinde de bahsi geçtiği üzere, hasta olduğu bir gün, annesine sarılarak, kendisine masal okumasını istemesi, hastalığın getirdiği zafiyetinin bir neticesi ve aynı zamanda annesine yönelttiği gerçek duyguların tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Konuya ilişkin olarak, “Bir Anne-Oğul Mücadelesi: Kevin Hakkında Konuşmalıyız Filminin Analizi” başlıklı bir diğer araştırma içeriğinde:
“…Film boyunca, Eva’nın oğluyla tüm yakınlaşma girişimlerinin Kevin tarafından sürekli olarak geri püskürtüldüğünü görürüz. Ancak Kevin’ın, Eva’nın onunla kendince sağlıklı bir biçimde kurmaya çalıştığı ilişkiyi imkânsız hale getirdiğini söylemek mümkün olsa da bir yandan da Eva’ya derinden bağlı olduğunu, ondan ayrı düşmek istemediğini de belirtmek gerekir. Belki de Kevin, kendisinin kötü olduğunu düşündüğü için, ne kadar uzak görünseler de aslında kendine en yakın kişi olarak annesini görmektedir…” denmek suretiyle de bu husus açıklığa kavuşturulmaktadır (Bermal,2015, syf:134)
Buna ek olarak, Kevin’ın eserin sonunda işlediği korkunç katliama kadar süregelen şiddet eylemlerinin bir “işaret” olarak algılanmaması, Eva’nın tüm şüphelerine karşın, bu şüpheyi ve Kevin’ın “sorunlu bir çocuk” olduğu kabullenişini tek başına sırtlanan, yalnız bir ebeveyn olmasının neticesi olarak ifade edilebilir. Bu bağlamda, eser içerisinde, Franklin’in iyi niyetine ve özverili bir baba olma çabasına karşın, gerçekleri görmezden gelen ve sorumluluk kabul etmeyen bakış açısı hasebiyle, belki psikiyatrik bir tedavi ile rehabilite olabilecek bir gencin eylemlerinin ne derece vahim neticelere sebebiyet verebileceği de yazar tarafından gözler önüne serilmektedir.
Netice itibariyle “Kevin Hakkında Konuşmalyız” kitabının ve kitaptan uyarlanarak çekilen filmin halihazırda seyretmeye değer olduğu ve okunduktan/izlendikten yıllar sonra dahi hafızalarda yer edeceği kaçınılmaz görünmektedir.
Cansın Özel
Ordu, 2024