İyi De Ne İşe Yarar Bu Edebiyat?

EDEBIYAT

Gül Özen

2/24/20256 min read

Akademiden düşünce kurmacada buldum kendimi. Viyana’da yüksek lisansa başladıktan sonra, on yıl kadar Almanca, İngilizce politik bilim makaleleri dışında bir şey okumamıştım. Lisans yıllarımda her gün kütüphaneye kaçıp düzenli Cumhuriyet ve Radikal okuyan ben değilmişim gibi, Viyana’daki ilk öğrencilik yıllarımda Almanca’yla cebelleşmekten Ergenekon iddianamelerini dahi takip edememiştim. Gündemden böylece kopmak sert bir başlangıçtı. Bir süre sonra çocukluk meşgalem yazmaya dönünce, dünya klasikleri ve çağdaş yerli ne bulduysam şuursuzca okudum. Sonra ustamın gösterdiği bir kitapla tanıştım. Rita Felski’nin ‘Edebiyat Ne İşe Yarar?’ıydı. Felski’nin okuma sanatında sınıflandırdığı karşılaşmalara geçmeden önce, konuyu sosyolojik bir gözlükle açmak isterim.

Thedor Wiesengrund Adorno 1930’larda dile getirdiği kültür eleştirisinde, boş zamanın (leisure time / Freizeit) toksikleştiğini söyler. İşçiler ve orta sınıf çalışanları günlerinin çoğunu çalışarak geçirdikten sonra arta kalan zamanlarında (akşamları ve hafta sonları) dinlenmek ve keyiflenmek için vakit geçirirler. Hâlbuki bunun yerine boş zamanımızı kendimizi geliştirmek ve daha iyi bir doğaya erişmede gerekli araçları edinmek, bununla toplumu değiştirmek için kullanmalıyız, der Adorno. Bir film izlediğimizde duyguları ve ilişkileri büyük resimde anlamaya kapı aralarız; veya bir kitap okuduğumuzda politik görüşlerin arasında yeni bir içgörü kazanırız; ya da bir müzik dinlediğimizde kendimizi ve kolektif hayatı yenilememiz için cesaret dolarız; yahut bir resme baktığımızda farklı bir anlam katmanında hayretimizin peşinden bir gizemi çözmeye koyuluruz. Adorno, burada popüler eserlerin içi boş, küresel bir etiketle yayıldığını, yalnızca eğlenceye hizmet eden bir tüketim ürünü olduklarını söyler, buna kültür endüstrisi adını verir.

Zamanla sanat ve kültürün işlevinin orta sınıf aileleri için unutulduğu gerçeğini hatırlayalım. Evin içinde gece gündüz okuyan bir gençken, hâne halkının “Hayat, kitaplarda yazmıyor, roman okuyunca ne olacak?” sorusuyla kaçımız karşı karşıya kaldı bilemem. Soru yakıcı bir gerçek. İyi de ne işe yarar bu edebiyat?

“Delice, delice âşığım şeylere.

Bütün hikâyeyi anlatmam için

Kumpas kurdu bana birçok şey.

Dokunmakla kalmadılar bana

Ya da ellerim dokunmakla kalmadı onlara:

Öyle yakındılar ki,

Varlığımın bir parçasıydılar,

Öyle canlıydılar ki benimle,

Hayatımın yarısını yaşadılar

Ve ölümümün yarısını ölecekler.”¹

Pablo Neruda'nın bu şiiriyle Felski, metindeki büyülenmenin sıradan, gündelik şeyler üzerine de duyulabileceğini anlatıyor.

Amerika'da edebiyat profesörü olan Felski ile edebiyatın ne işe yaradığını, beklediğimin aksine bir yazar gözünden değil; alelâde bir okur ve edebiyat eleştirmeni gözünden okudum. Metinler arası incelemenin zengin örneklerle sunulduğu kitapta, dört ana bölüm bulunuyor:

1. Tanıma; okuyucunun metinle kurduğu tikel yakınlık.

2. Büyülenme; okuyucunun esirleştiği ortamda, estetik büyülenmenin karşıtları Brecht ve Weber'in (Weber’e göre modernlik rasyonelleşme ile eş anlamlıdır ve modern anlatıda büyü dünyadan uzaklaşmıştır) aksine, Jane Bennett ‘Modern Hayatın Büyüsü’ (The Enchantment of Modern Life) kitabında sanatsal büyülenmeyi kutsaldan ayırır, der Felski. Bennett’e göre “Büyülenme şeylerin harikulade özgüllüğüne yapılan du­yumsal ve neşeli bir dalış şeklinde tanımlanır, kutsal olmaktan çok seküler bir izah sunar. Melez hayvanların yanı sıra bilimsel fo­toğraflarda, blucin reklamlarının yanı sıra Kafka'nın eserlerinde hayret deneyimini saptayan Bennett bizi büyülenme deneyimlerini geliştirmeye, yaygın bir kötümserlik ve eleştiri zihniyetinden vaz­geçmeye çağırır.” der Felski.² Felski’nin gözünden yorumlayacak olursak, büyü bozumu söylemi de bu anlamda, cesaret kırıcı ve bizi sürekli politik doğrucu bir tavırla yaratma cesaretinden alıkoyan bir kuşkuculuğa iter.

3. Bilgi; mimesis kavramıyla kurmacanın katmanlaşması olarak açılır Felski’de. "Edebiyat, dolaysız anlatım yanılgısından kurtulmuş yegâne dil biçimidir" Paul de Man. Adorno ve Althusser'ci eleştiriler ile edebiyat araçları, derin öznelerarasılık, vantrilokluk, dilsel natürmort aracılığıyla ele alınır.

4. Şok; sınır aşımı, travma, yadırgatma, yerinden etme, özyıkım ve yüce gibi terimlerle sanat eserinin dışına çıkma ve tiksinme, bulantı hislerini yaşama. Örnek: Peter Weiss'ın "Marat/Sade", Beckett'in "Oyun Sonu", Sartre’ın "Bulantı", Euripides'in "Bakkhalar"ı. Bu bölümde Aristoteles’in Poetika’sında söylediği mimesis ile açığa çıkan bir katarsisi anlayabiliriz. Yaşanan trajedi bizi parçalar ve büyük yıkımla bütünün varlığına arayış uyanır.

Frankfurt Okulu'nun eleştirdiği estetikte Avam/Havas ayrımına selam çakıyor Felski, şöyle ki: ‘d’Orsay Müzesi’nde gördüğü bir tablo karşısında donakalan soylu ile Hollywood filminin etkisiyle giyinen, sevgili arayan tezgahtar kızların bir eser karşısındaki büyülenmesi, sanatın nesnesine dönüştüklerinin su götürmez gerçeğidir, diyor Felski. Edebiyatta da tek bir okuma türünün olamayacağının, eleştirilerin egosentrik bir küçümsemecilikle karşılanıp sanatın dar bir çevrede tanımlanamayacağının, dahası sanatta yorum tekelleşmesinin burada geçerli olmadığının altını çiziyor.

Diğer bir taraftan, ‘Aydınlanmanın Diyalektiği’ kitabında T. W. Adorno ve Max Horkheimer ‘Kültür Endüstrisi’ bölümünde, sanat eserlerinin özerk değerlendirilmesinde burjuva toplumunun önemli bir rol oynaması gerekirken, sanatın popüler kültür aracılığıyla ekonomik değerle ölçülen bir mala dönüştüğünü, söylerler. Eric Fromm’un da tanımladığı Kültür Endüstrisi’nin ideolojisi egemenlik (Herrschaft) ve entegrasyon aracı olarak topluma yön vermektir. Yine uzun zaman önce okuduğum ‘Kültür Eleştirisi ve Toplum’ (Adorno, Kulturkritik und Gesellschaft) kitabında Adorno, sanat eserlerinin erken bir küreselleşmeyle ucuz tüketim ürünlerine dönüşmesinden yakınır. Buna günümüzde örnek; cep telefonunda zil sesi olarak çalan bir opera melodisi, artık bir yüksek kültür (Hochkultur) ürünü sayılmamaktadır. Neo-Marxistler, sınıf ayrımının sözde ortadan kalktığı bu kültür devrimini eleştirir, çünkü egemenler (reklam veren oligarklar) kitleleri kendi hegemonyasına almak için (soft power’ın arkası yarın dizileri) sanat nesnesinin içini boşaltarak ticari bir metaya dönüşmesine yol açmışlardır.

Yukarıdaki iki farklı yorumu göz önünde bulundurarak, Felski'nin belirttiği, Wittgenstein'ın sözünü anımsayalım: “Okur tepkisinin koca ipliğini boydan boya kateden tek bir lif yoktur.”³ Has yazarın katman katman ördüğü düğümü açacak olan da yine has okurdur ve bunun tek bir biçimi yoktur. Umberto Eco’nun belirttiği açık yapıt gereği (eserin bütünlüğüne sadık kalarak), eser onu okuyanın gözünden yeniden yazılarak başka bir yaratım sürecine girer.

Bir başka okumaya da modern edebiyat temsilcilerinden Virginia Woolf’un gözünden bakalım. Denemelerinin derlendiği ‘Bir Okur Olarak I’ (The Common Reader)⁴ kitabında, tragedyalardaki somut acı veya modern romanda zevk imgesinin dozuyla ilgili bir bahis geçer. Bu eleştirisinde Woolf bazı yazarları materyalist olarak adlandırır. Sebep olarak da ruhla değil de bedenle ilgilenmelerini gösterir. Oysa zıtlıklardan yararlanmak edebiyatın dolayımlama yoluyla, alelade bir durumu yahut olayı sanata dönüştürerek anlatıya özgünlük ve yeni boyut katmasını sağlar.

Örneğin Anora⁵ filminde porno sektörüne atılan taşın, film boyunca süren hard-core seks sahnelerinin, filmin sonunda Ani’nin duygusuzluğuna dikkat çekmekten başka bir amacı yoktur. Diyalektik gösterme biçimiyle ana karakterin acısına önce derin bir mesafeden bakarız. Ani, özel hayatında dahi belki hiç orgazma ulaşmamıştır. Ama sevildiğini ilk kez hissettiği filmin son sahnesinde, duygusal bir boşalma yaşar. Gözyaşları, ruhundan akan büyük patlamanın sembolüdür. Duygusal boşluğunu keşfettiğinde, bir şok yahut katarsis anındadır. Bu an bilakis maddeye, bedene duyulan arzuların sıfırlandığı hassas bir eleştiri içerir.

Edebiyatın ne işe yaradığı sorusu oldukça girift bir hâl almışken, edebi yazıların tarihin başından günümüze hala değerini koruduğunu söyleyebiliriz. Edebi niteliği olmadan, yalnızca ticari kaygılarla, tüketici talebine yönelik yürütülen işler sabun köpüğü, tatsız, ruhsuz ve sanatsal değerden uzaktır. Ancak edebi eserlerin sinemaya, dizilere, tiyatro sahnesine uyarlandığında bir kalıcılığı söz konusudur. Hâsılı, boş zamanımızda düşün ve düşsel dünyamızı zenginleştirdiğimiz bol edebiyatlı günlere.

Fatma Gül Özen
Danimarka, 2025

Kaynakça

  1. Rita Felski, Edebiyat Ne İşe Yarar? , çeviren: Emine Ayhan, sf. 126, Metis Eleştiri, 2010.

  2. Felski, sf. 76.

  3. Rita Felski, sf. 166.

  4. Virginia Woolf, Bir Okur Olarak, çeviren: Selin Beyhan, sf. 191, Alakarga Düşünce, 2013.

  5. Sean Baker’in senarist ve yönetmenliğindeki 2024 yapımı film 77. Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye ödülünü almıştır.