Din: Ters Yüz Edilmiş Dünyanın Eleştirisi

FELSEFESOSYOLOJI

Tuba Gevrek Çiftçi

6/1/20256 min read

Marx’ın Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi metni, onun düşünsel evriminde kritik bir eşik. Bu metinde Marx, yalnızca Hegel’in idealist sistemine değil, aynı zamanda dinin toplumsal işlevine yönelik köklü bir eleştirisini de ortaya koyar. Onun meşhur “Din, halkın afyonudur” (Marx, 2009, syf.192) ifadesi bu metinde geçer ve dinin felsefi – politik işlevine dair bir çerçeve kurar. Marx, klasik din eleştirilerinin ötesine geçerek, dini yalnızca yanlış anlaşılmış bir bilinç biçimi değil, insanın kendisine yabancılaşmasının tarihsel ve ideolojik şekli olarak yorumlar. Metnin daha giriş bölümünde yazdığı “İnsan dini yaratır, din insanı yaratmaz, cümlesiyle dini aşkın bir kaynağa değil tarihsel bir zemine yerleştirir. Marx’a göre din insanın kendi özünü ve toplumsal ilişkilerini idealleştirerek bilinçte yeniden üretmesidir. Bu sebeple yukarıdaki cümlenin devam kısmında şöyle der, İnsan, insanın dünyasıdır – devlet, toplum.” Bu ifadeyle bireyin varoluşunu yalnızca ontolojik bir mesele olarak değil aynı zamanda tarihsel ve toplumsal bir mesele olarak ele alır. Çünkü devlet ve toplum, insanın toplumsal ilişkileri sonucu oluşmuş yapılar olsa da zamanla tarihsel koşullarla birlikte insanın kendine yabancılaşmasının araçlarına dönüşmüştür. Böylece din, tersine çevrilmiş dünyanın bilinci olarak doğar.

“Bu devlet ve bu toplum, dünyanın tersine çevrilmiş bir bilinci olan dini üretir, çünkü onlar tersine çevrilmiş bir dünyadır. . Din, bu dünyanın genel teorisi, onun ansiklopedik özeti, popüler biçimdeki mantığı, onun manevi onur noktası, onun coşkusu, onun ahlaki onayı, onun ciddi tamamlayıcısı ve onun evrensel teselli ve haklı çıkarma temelidir. İnsan özü henüz gerçek bir gerçeklik kazanmadığından, insan özünün fantastik bir şekilde gerçekleştirilmesidir. Bu nedenle dine karşı mücadele, dolaylı olarak, manevi aroması din olan dünyaya karşı mücadeledir .”.

Buradan anlıyoruz ki dinin eleştirisi, kendisinde din aroması olan dünya eleştirisinin zorunlu bir parçasıdır. Onun bu tavrı yalnızca teorik bir reddedişten öte maddi dünyayı dönüşüme davet eden bir praksis önerisidir. Dolayısıyla yabancılaşma ve praksis, birbirini tamamlayan iki kavram olarak karşımıza çıkıyor. Yabancılaşma, insanın emek sürecinde ürettiği nesneye yabancı duruma düşmesi; din, bu yabancılaşmanın ideolojik yansıması. Praksis ise bu kopuşu tersine çevirerek insanın kendi ürettiğinde etkin hale gelmesidir. Bu, yüzeysel bir geçişten ziyade problemin kökenine yönelik eleştirel bir analiz ve bu kökün sökülerek ortadan kaldırılmasıdır. Bu nedenle, yukarıda ele alınan yabancılaşma mevzusu, praksisi zorunlu kılar. Çünkü insan, kendi yabancılaşmasını ancak bilinçli biçimde dönüştürerek aşabilir. Tam da bu bağlamda ele alınan metinde Marx, şunları der;

Eleştiri, insanın o zinciri fantezi ya da teselli olmadan taşımaya devam etmesi için değil, zincirden atıp canlı çiçeği koparması için zincirdeki hayali çiçekleri koparmıştır. Dinin eleştirilmesi, insanı hayal kırıklığına uğratır, böylece insan hayallerini terk edip duyularını yeniden kazanmış bir insan gibi düşünecek, davranacak ve gerçekliğini şekillendirecektir, böylece kendi gerçek Güneşi olarak kendi etrafında dönecektir. Din, insan kendi etrafında dönmediği sürece etrafında dönen sadece hayali bir Güneştir.

Marx’ın din eleştirisinde karşımıza çıkan diğer önemli kavram ise tersine çevrilmiş dünyadır. Din, toplumsal gerçeklikteki çarpıklığa karşı hem bir tepkidir hem de bu çarpıklıkta bir işlevselliğe sahiptir. O, dinin bu çelişkili doğasını şöyle özetler: “Dini ıstırap, aynı zamanda hem gerçek ıstırabın ifadesi hem de gerçek ıstıraba karşı bir protestodur. Din, ezilen yaratığın iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur.” Din, bir yandan ezilen sınıfların çektiği acıların sembolik bir ifadesi iken diğer yandan bu acıların dönüşmesini engelleyen bir teselli mekanizmasıdır. Gerçek dünyanın acılarını gizleyen ve bu acıları ruhani bir örtüyle meşrulaştıran bir araçtır. Burada geçen afyon ifadesi zaman zaman indirgemeci ve kötücül bir anlamda kullanılsa da metni okuduğumuzda bu mecazın daha karmaşık olduğunu görürüz: din, acının gerçekliğini yadsımaz aksine onu katlanılabilir kılar.

Aslında Marx’ın getirdiği eleştiri de burada şekillenir. O, kendi deyimi ile halkın yanılsamalı mutluluğunu elinden almak için değil; onları bu yanılsamaya mahkûm eden koşulları ortadan kaldırmak için eleştirisini getirir. Onun için din eleştirisi bir Tanrı eleştirisi değil, Tanrıya olan ihtiyacın ortadan kaldırılması yolunda basamaktır. Bu bağlamda Tanrıya olan ihtiyaç ise gerçek yaşam koşullarında kök salmıştır. Tam da burada din eleştirisi daha geniş bir projenin parçası olarak konumlanır. “Cennetin eleştirisi Dünya'nın eleştirisine, dinin eleştirisi hukukun eleştirisine ve teolojinin eleştirisi siyasetin eleştirisine dönüşür.”¹ Din eleştirisi burada yalnızca düşünsel bir etkinlik değil, aynı zamanda tarihsel ve siyasal bir müdahalenin de ilk adımıdır.

Dolayısıyla dinî ideolojiyle açılan çatlak, giderek hukuki normların ve siyasal kurumların doğal ya da evrensel görünümlerini de sarsar. Onun hukuk eleştirisi, ilkelerden ziyade onları üreten emek ilişkilerinin çözümlenmesini gerekli kılar. Çünkü nasıl ki bir teoloji eleştirisi Tanrı’nın dünyevi izdüşümlerini sorgulatıyorsa hukuk ve siyaset eleştirisi de devletin hakemlik rolünü sorgulatır. Bu, devleti sadece “kötü yönetim” sonucuna götürmekle kalmaz, sınıflı toplumun maddi dayanağının da sona ermesi anlamına gelir. Hukuk ve siyasetin ideoloji kabuğu soyulduğunda odak, sömürü ilişkilerine gelir. Toparlayacak olursak Marx’ın eleştiri zincirinin üç halkası olan; din, hukuk ve siyaset aynı amaca yönelir: sömürü ilişkilerinin dönüşümü.

Bu dönüşüm sürecini yine Marx’a bağlı kalarak üç aşamada verecek olursak,

Birinci aşama, din ve hukukun esrarengizliğini çözümleme; ikinci aşama, emekçinin politik özne olarak inşası; üçüncü aşama, üretim araçlarının toplumsallaştırılması. Bu, Marx’ın deyişi ile “Filozoflar, dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar. Asıl sorun onu değiştirmektir.” şeklindeki ifadesini somutlar; Yorum- Özneleşme- Değişim. Böylece yabancılaşmanın tarihsel zemini ortadan kalkar.

Bu bağlamda onun deyişi ile “din eleştirisi, her türlü eleştirinin ön koşuludur”² ve aklın özgürleşmesi için başlangıçtır. Toplumu dönüştürmek isteyen eleştirel düşünce yalnızca maddi ilişkileri değil; bu ilişkilerin bilince yansıyan kısmını da hedef almalıdır. Din ise bu yanılsamalardan biridir.

“Halkın kendi durumu üzerine yanılsamalardan vazgeçmesini istemek, halkın yanılsamalara gereksinim duyan bir durumdan vazgeçmesini istemek anlamına geliyor.” ³

Marx’ın hedeflediği şey, dini ortadan kaldırmak değil; dini gerekli kılan koşulları ortadan kaldırmaktır. Marx’ın din eleştirisinin nihai sonucu özgürleşmedir. İnsanın kendi yarattığı yapılar karşısında yeniden özne haline gelmesi. Bu özgürleşme, insanın hem kendi üretim etkinliğini hem de bu etkinliğin toplumsal sonuçlarını kavrama ile mümkündür. Böylece insan, yalnızca kendi çevresini değil, aynı zamanda kendi bilincini de dönüştürebilecek bir varlık hâline gelebilecektir.


Tuba Gevrek Çiftçi

Kırıkkale, 2025

Sözü Geçen Çalışmalar

  1. Marx, K. (2009). Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi. (K. Somer, Çev.) Ankara: Sol Yayınları, s.193.

  2. a.g.e. s. 251.

  3. a.g.e. s. 192.

  4. Yazıda özel atıf yapılmayan bölümler Marx, K. marxists.org. https://www.marxists.org/archive/marx/works/1843/critique-hpr/intro.htm adresinden alınmıştır.