Bir Miyazaki Akşamı - Ruhumuzu Isıtan Anlar
DENEMEEDEBIYAT
Sümeyra Tobi
7/31/20254 min read


Akşamın alacakaranlığı usulca inerken, pencerenin ardından süzülen günün son ışıkları duvarda pastel tonlarında çizilmiş bir tabloya dönüşüyor. Güneşin son sarı-turuncu yansımaları, odanın içinde dans eder gibi dolaşıyor. Hafif bir rüzgâr perdeyi aralıyor; dışarıda ağaçların yaprakları birbirine yaslanarak hışırdıyor. Tam bir Miyazaki sahnesi gibi… Doğa ile zaman el ele vermiş, hayat yavaşlamış. Her şey sakin bir şekilde akıyor.
Fonda hafif bir müzik çalıyor. Piyano tuşlarından dökülen notalar, odanın her köşesine yayılıyor. “Spirited Away” ya da “My Neighbor Totoro”dan bir ezgi… Ama müziğin ne olduğu bir noktadan sonra anlamını yitiriyor; çünkü o an herkesin kalbi aynı ritimde atıyor.
Masada dostlar var. Yıllardır tanıdıklarımız, yeni yeni hayatımıza girenler... Kahkahalar birbirine karışıyor. Biri eski bir anısını anlatıyor, diğeri abartılmış bir hikâyeyle herkesi güldürüyor. Sohbetler arasında zaman akıp gidiyor. Masanın üzerinde sade ama özenli bir sofra var. Belki bol malzemeli ev yapımı bir ramen, belki de zeytinyağıyla parlayan taze sebzelerden oluşan bir meze tabağı. Kimse ne yediğini sorgulamıyor. Çünkü aslında yediğimiz şey yemek değil, paylaşılan samimiyet; ağzımızda dağılanlar ise lokmalar değil, kalpten gelen cümleler.
Mutfakta tatlı bir telaş sürüyor. Biri mutfağa geçmiş, çayı demliyor. Su kaynarken çıkan buhar camlara hafifçe vuruyor. Demlikten yayılan taze çayın kokusu yavaş yavaş odaya karışıyor. Az sonra ince belli bardaklar birer birer tezgâha diziliyor; çay, ağır ağır içlerine süzülüyor. Koyu kırmızı çay, sohbetin yanına sıcacık bir eşlikçi olmaya hazırlanıyor.
Başka biri tatlıyı fırına vermiş; tarçın ve vanilya kokusu tüm eve yayılmış. Bir yandan sohbet ediyoruz, bir yandan eller bir işe koşuyor; tıpkı “Kiki’s Delivery Service”te olduğu gibi, hayatın küçük ama anlamlı ayrıntılarında birleşiyoruz. Kimse izleyici değil, herkesin bir katkısı var bu hikâyede. Dışarının karmaşası, günün yorgunluğu, bitmek bilmeyen sorumluluklar... Hepsi bu kapının dışında kalmış. İçeride zaman bir başka akıyor. Durmuyor ama acele de etmiyor. Herkes bir tür farkındalıkla orada; gerçekten orada… Göz göze bakarak konuşuyoruz, sessizlikten korkmadan. Araya düşen küçük duraklamalar bile kıymetli, çünkü içtenliğin sesi onlar. Birimizin anlattığı çocukluk anısı bizi eski sokaklara, yaz akşamlarına götürüyor. Sonra biri “Hatırlıyor musunuz Totoro’nun o dev ağacını?” diyor, gözler parlıyor, kahkahalar yeniden yükseliyor.
Bu sadece bir akşam değil. Bu, hayatın içinde kendimize yarattığımız bir sığınak. Dış dünyanın hızına direnmeden, sadece biraz yavaşlayarak, gerçek bağların gücünü hissediyoruz. İçimizi yormayan, yüzümüzü güldüren bir mola bu. Tıpkı Miyazaki’nin filmleri gibi: Gerçek hayattan daha gerçek ama bir o kadar masalsı.
Ve belki de en güzeli şu: Böyle anlar yaratmak için ne büyük planlara, ne kusursuz sofralara, ne de özel bir sebebe gerek var. Biraz samimiyet yeter. Bir tutam müzik, birkaç dost ve kalpten gelen birkaç söz… Büyü dediğimiz şey belki de tam olarak bu: sıradan gibi görünen bir akşamda, ruhumuzu sarıp sarmalayan küçük mutluluklar yaratmak. Çünkü bazen en güzel hikâyeler, sadece bir akşamdan ibarettir. Ve o akşam, içimizde bir ömür boyu kalır.
Akşamın Ritmi Ruhumuzu Dinlendiren Melodiler
Böyle bir gecede elbette fonda eksik olmaması gereken bir şey varsa, o da Joe Hisaishi’nin zarif besteleri... O masaya sadece sohbet değil, müzik de eşlik ediyor. Sanki her nota bir hatırayı usulca masaya bırakıyor. Hep birlikte kulak veriyoruz…
One Summer’s Day — Yazdan kalma bir hatıranın sıcaklığını taşıyor; içimizi usulca ısıtıyor.
The Wind Forest — Pencereyi aralayan hafif bir rüzgâr gibi; beraberinde dinginlik ve huzur getiriyor.
Merry-Go-Round of Life — Hayat gibi dönen, kahkahalarla süslenen anılarla iç içe geçiyor.
A Townwith an Ocean View — Sohbet arasında ufka dalıp giden gözler için fon müziği oluyor.
Path of theWind — İçimizde saklı kalan çocukluk anılarına sessizce kapı aralıyor…
Akşamın Lezzeti: Buharı Üstünde Bir Kâse Ramen
Ve o güzel melodilerin yanında, elbette mutfaktan yayılan mis kokular da bu anların bir parçası. Hep birlikte hazırladığımız, içimizi ısıtan bu akşamın yemek tarifi var sırada:
Ev yapımı sebzeli ramen.
Tencereye birkaç damla susam yağı dökülüyor, biri sarımsağı kavuruyor, diğeri zencefili ekliyor. Kokular karıştıkça mutfakta sessiz bir heyecan başlıyor. Ardından renkli havuçlar, incecik doğranmış kabaklar dans ediyor tencerede. Bir yandan sohbet sürerken, sebze suyu ve soya sosu ekleniyor. Erişteleri haşlıyor biri, diğeri sunum için taze ıspanakları ayıklıyor. Miso dokunuşuyla tat derinleşiyor. Sonunda hep birlikte hazırladığımız kâseler ortaya çıkıyor. İsteğe bağlı olarak üzerine haşlanmış yumurta, serpilmiş taze soğan ve susam taneleriyle...
O akşam sadece bir tarif değil, hep birlikte pişirilen bir anı kalıyor geriye. Belki dışarıda gece derinleşiyor, ama içerideki ışık hâlâ sıcak ve davetkâr. Çünkü bazen en özel akşamlar, kendi elimizle kurduğumuz o sade ama anlam dolu sofralarda başlar… Ve o akşamlar, içimizde bir ömür boyu kalır.
Sümeyra Tobi
İstanbul, 2025