Bir Kapının Gizemi
DENEMEGEZI
Muhammed Üstündağ
6/2/20254 min read


2014 yazında bir mimarlık sergisi için geldiğimiz Brandenburg an der Havel şehrinin sur içibölgesini gezmeye başlamıştık. Bu şehrin özelliği adalar üzerine kurulu bir tür ‘su şehri’ olması. Başta Havel Nehri olmak üzere, göller, kanallar, su geçişleri şehri dolanmakta.
Şehrin eski merkezinde, yıllardan kalan bir duvara paralel yürürken, harabeye dönmüş ve sadece dış duvarı ve kapısı ayakta kalmış, küçük şirin bir yapı çıktı karşımıza. Tuğladan örülmüş duvarı ve üstü açık haliyle bina bize maziden bir şeyler fısıldar gibiydi.
Eski bir bahçe duvarına yaslanmış bu binanın içinde zamanla doğal bir bahçe oluşmuş. Duvarı haricinde tek kalan mimari ögesi ahşap kapısı, güzel işlemeleri; kapı kolu kopmuş, paslanmış çelikten kilidi; demirden menteşesi ve ahşap kokan vakur duruşu ile bizi içeri davet edercesine yarı açık duruyordu. Yapının içerisine girmek istiyorduk, fakat kapının önünde biten çeşitli otlar ve ısırganlar buna engel oldular. Biz de böylece penceresi kalmamış açıklıktan bu bahçeyi izleme fırsatı bulduk ve bununla yetinmek zorunda kaldık.
Yaşadığımız bu durumu Georg von der Vring "Der alte Garten" (Eski Bahçe) şiirine şöyle aktarmış:
'Tritt ans verschlossene Tor,
Rühr an die Klinke,
Merk, sie ist rostik;
Zu Gitterstäben empor,
Hebt sich ein staubig
Gehauf von Nesseln.
Denk, dass hier ehmals hervor
Die Fröhlichkeit tönte
Mit Kinderstimmen.
Leg an die Stäbe dein Ohr.
Was kannst du erfahren?
Nesseln brennen.'¹
Bu yazıyı içinden geçtiğim bütün kapılara adamak istiyorum.
Hareketli bir mimari öge olan ve bir alanın içine girmeye izin veren kapı; TDK’nın Türkçe sözlüğünde şu şekilde tanımlanır “Bir yere girip çıkarken geçilen ve açılıp kapanma düzeni olan duvar veya bölme açıklığı.”.²
Yapılara ve mekanlara girip çıkmayı sağlayan kapıların, antik çağlardan günümüze kadar, bu somut işlevlerinin yanı sıra sanattan felsefeye birçok alanda da simgesel anlamları var. Geçiş, genelde kapı sembolü ile temsil edilir. Kapı sembolü, açılma, umut, fırsat, bir halden diğer bir hale ya da bu dünyadan diğerine geçiş, yeni bir hayata giriş gibi kavramlarla ilişkilendirilir. Açık bir kapı, hoş geldiniz demektir, keşfe davet eder ve araştırma başlatır; kapalı kapı ise reddetme, koruma, gizlilik, dışlama ve hapsetmeyi temsil eder. Hem fırsat hem de özgürleşme anlamına gelen açık kapı sembolü, bir giriş noktası, iki dünya arasında yani canlılarla ölüler arasında iletişim ve yeni bir hayata başlangıcın ifadesi olarak eşik sembolüyle aynı anlamı paylaşır. Örneğin; Antik Çağ’da kapıların öbür dünyanın gerçek girişi olduğuna dair bir inanç vardı ve önemli yerlere açılan kapıların üzerinde öbür dünyayı simgeleyen tasarımlar bulunuyordu.
Yukarıda ifade ettiğim gibi “geçiş” kavramı ile ilintili olan kapı sembolü, bir düzlemden diğerine, bu dünyadan ahirete ya da aşkın dünyaya olan değişimi ifade eder. Dünyevi olandan kutsal olana geçiş “zor geçiş” sembolleri ile temsil edilir ve cennete geri dönüşle, yüksek şuur halleri kazanmakla, düalizmdeki zıtlıkları aşmakla ilişkilendirilir. Kapı, mekân ve zamanı aşma yeteneğinin bir sembolü olarak da kullanılır. Zamansız bir anda ve ruhsal bir seviyede gerçekleşen “geçiş” eylemi, duyularla algılamanın konusu değildir. “Geçiş” zihinle ve ruhla gerçekleştirilir, böylece mistik Doğu’nun yani Hinduizmin, Budizmin ve Taoizmin yolu olarak kabul edilir. Bu manevi “geçiş” İslam’da tarikat ehlinde karşımıza çıkar. “Geçiş” ritüellerinin başlangıcında genellikle ayrılık yer alır ve bunu nihai bir birlik haline geçiş izler.
Kapıyı insanın düş kurma türüyle ilişkilendirmek de mümkün. Bu konuda Ömer Lekesiz Hoca ‘Sevgilinin Evi’ kitabında şöyle diyor:
“Kapı, güçlü iki olasılığı şemalaştırır ve bu iki olasılık, iki ayrı düş kurma türünü netlikle sınıflandırır. Kimi zaman düş, sıkı sıkı kapalı, kilitlenmiş, üstüne asma kilit vurulmuş özelliktedir. Kimi zaman da açıktır, yani ardına kadar açıktır. …İnsan, kapadığı ve açtığı tüm kapıları, aralamak istediği tüm kapıların öyküsünü anlatacak olsa, yaşamını tümüyle anlatmış olur.”
Kadim şehirler zamanında surlarla çevrili olur ve bu şehirlere giriş ‘şehir kapıları’ndan sağlanırdı. Surlar, medeni hayat ile kırsal ya da ilkel hayatı bir sınırla ayıran unsurlardı. Medeni hayat kendini surla çevrelemiş ve böylece ‘dışarıya’ karşı korunmuştu. Sınırları belirlenmiş şehirde, medeni hayat sıkı kurallara, yasalara ve ilkelere sahipken, sınırın dışında daha esnek kurallar geçerliydi. Şehre giriş, surların farklı yerlerine konumlanmış kapılar sayesinde sağlıyordu. Bu kapılar medeniyet ile kırsalın geçiş kapılarıydı; kırsaldan medeniyete ve medeniyetten kırsala geçiş bu kapılar sayesinde gerçekleşiyordu. Kapılar, bir yeri terk edip bir başka yere girişin sembolüdür ve ardından gelen keşfin eşiğidir. Böylesi büyük sembolik değere sahip şehir kapıları, genellikle o içinden geçip giden yolun vardığı şehrin ismini taşır. O yüzden Mardin Kapı Diyarbakır’dadır, Brandenburger Tor Berlin’de, Porte d’Orléans ise Paris‘te. Şehir aşırı kurallar bütününe sahip bir bölge iken kırlar daha çok özgürlüğün alanı olmuştur. Yazımı İspanyol yazar Ramón Gómez de la Serna’nın kırlara açılan kapılar hakkındaki sözleriyle tamamlamak istiyorum:
“Kırlara açılan kapılar bize, dünyaya sırtı dönük bir özgürlük sunar gibidir.”
Muhammed Üstündağ
Berlin, 2025
Eski Bahçe
Kapalı kapının önüne gel,
Tokmağı yokla,
Fark et, pas tutmuş.
Parmaklıklara doğru,
Tozlu bir
ısırgan yığını yükseliyor.
Düşün ki, bir zamanlar burada
Neşeyle yankılanırdı
Çocuk sesleriyle.
Koy kulağını demirlere.
Ne hissedebilirsin?
Isırganlar yakar.