Antikacılara Dair
DENEMEGEZI
Muhammed Üstündağ
8/1/20254 min read


Antikacı; antika eşyalar, eski ya da onarılmış sanat eseri, mobilya, kitap, mücevher veya süs eşyasının ticaretini yapan ya da bunları sergileyen kişidir. “Antika” kelimesi, çoğunlukla eski ve nadir bulunan eşyaları ifade eder. Bu eşyalar, genellikle belirli bir tarihi ya da kültürel değeri yansıtır. Sattıkları eşyaların tarihî ve sanatsal değeri oldukça büyüktür. Antikacı dükkânları, geçmiş dönemlerin yaşam tarzını, zanaatını ve sanatını anlamamıza yardımcı olan kıymetli kaynaklar olarak görülebilir.
Eskiciler de eski eşya alıp satarlar fakat sattıkları rasgele ve çoğunlukla sanatsal ve maddi değerden yoksun nesnelerdir. Antikacılar ise ender bulunan ve sanat değeri taşıyan nesneleri satar. Bu sebeple profesyonel bir antikacının sanat tarihi ve arkeoloji bilgisine sahip olması elzemdir.
Zevk sahibi kişiler olan antikacılar, kimi zaman belirli türde, belli bir döneme ait ya da belli bir tarzda eserlerde uzmanlaşırlar. Çoğunlukla taşradan eski ve özgün eserleri ararlar. Bazen bir şatonun tavan arasında, bazen de bir köylünün evinde bu eserleri bulurlar. Bulduklarının hangi tarih ve döneme ait olduğunu büyük bir titizlikle tespit etmeye çalışırlar. Dükkânlarına döndüklerinde ise bu eşyaları değerlendirmeyi iyi bilirler. Antikacı, bulduğu eşyayı ya temizlemeyip olduğu gibi muhafaza eder ya da özenle onarır.
Gezdiğim şehirlerde antikacılara uğramaya özen gösteririm. Bir eşya almasam dahi, mekânın tarih kokan havasını solumak ve bazen yakın bazen uzak maziden kalma objelere dokunmak, bana -ilkel müzeler olan- Wunderkammer'larda dolaşıyormuş hissi verir. Orada incelediğim nesneler, bulundukları yerin canlı tarihi olarak karşıma çıkar. Sadece kendilerinden değil, ait oldukları mekândan da söz ederler. Bu tür nesnelerde ilgimi çeken şey; fikir sürecinden üretimine, satışından kimler tarafından ve nasıl kullanıldığına kadar uzanan hikâyelerdir. Elbette tüm bu bilgileri öğrenmek imkânsız olabilir; fakat bu belirsizlik, objeyi gizemli kılar.
Bir gün bir antikacıdan kitap almıştım. Eski, kullanılmış, biraz yıpranmış, sayfaları mazi kokan, kokusu etrafa sinmiş, yapraklarında notlar bulunan bir kitap... Yeni, pürüzsüz, sayfaları gıcır gıcır olan bir kitap yerine, sayfaları neredeyse birbirine yapışmış, tozlu ve üzerinde notlar olan bir kitap ilgimi çekmişti.
Her şeyin metalaştığı, yeninin hazla birleştiği ve tüketimin baş döndürücü bir hızla yaşandığı bu dönemde; ben, sükûnete ihtiyaç duyduğumda mazide dolaşmayı severim. Bu sebeple müzelerde ya da antikacılarda, bir tür geçmiş yolculuğuna çıkarım. Eski bir plaktan çıkan hoş bir melodi, bana hayalsi ve etkileyici gelir. Aldığım her kitabın ya da objenin bir geçmişi olduğunu bilmek, hayranlık uyandırır bende. Kitabın içeriğinden çok, o eserin bizzat kendisinin geçmişiyle ilgilenirim. Böylece antikacıdan aldığım eski bir kitap ya da obje, bana kendi özel sırrını fısıldamaya başlar.
Örneğin, antikacıdan aldığım Japon atasözlerinin derlendiği bir kitabın içinde bir not bulmuştum. Notta şöyle yazıyordu:
“In Japan ist es wichtig, den Lebenden und den Toten gegenüber seine Pflicht zu tun. Irgendwann schleicht sich der Abschied ein. Das ist der Lauf des Lebens.” 1
Arkasında ise:
“Wer nicht tobt, sondern lacht, ist der Stärkere. Jap. Sprichwort. Gelesen an einem Flughafenschalter in Schönefeld 6.3.87” 2
Bu not, bana kitabın eski sahibinin — büyük ihtimalle Berlin’de yaşayan bir Alman’ın — Japonya’ya yapacağı bir seyahat için kitabı aldığını düşündürdü. Elbette emin değilim, ama eski sahibinin Japon kültürüne ilgisi olduğu aşikâr. Notta ayrılık ve ölüme dair sözlerin yer alması, ayrıca dikkat çekici. Şimdi elimdeki bu verilerle, gerçek ile hayal karışımı bir geçmiş kurgulayabilirim. Ne kadar gerçek olur bilinmez; ama bu uğraş, kitaba bir kimlik ve kişilik kazandırır. Kitap, artık benim gözümde bir meta olmaktan çıkar, kişiliği ve mazisi olan bir şahsiyete dönüşür. Onunla kurduğum ilişki, bir dostluğa evrilir ve değeri katbekat artar. Böyle bir ilişkiyi yeni bir kitapla kurmam zordur. Çünkü yeni kitap henüz toy ve maziden yoksundur. En fazla içeriği, tasarımı ve kâğıt kalitesiyle ilgimi çeker. Her şeyin metalaşıp basitleştiği çağımızda, mazisi olan bir nesneye şahsiyet kazandırmak, erdemli bir davranıştır.
Bir eşyanın dahi kıymetini teslim etmek, onu hak ettiği şekilde değerlendirmek önemlidir. Eğer mesele nesnenin ardındaki gizemi çözmekse, bu; o eşyaya kişilik kazandırmakla mümkündür. Bir obje sadece süs eşyası olmamalı; çünkü bu, yine metalaştırmak anlamına gelir. Her şey, özü ve işleviyle güzel, değerli ve kıymetlidir. Bir lamba aydınlattığı için değerli, bir vazo çiçekleri barındırdığı için kıymetli, bir resim tefekküre sevk ettiği için özeldir; izleyene neşe verdiği için güzeldir.
Mazisi bilinmeyen eşyanın kıymeti de bilinmez. Bir kitabın oluşmasındaki emekleri, kâğıdın ağaçtan başlayan çileli yolculuğunu, mürekkebin karanlıkla buluşmasını bilmeden; o kitabın değeri anlaşılamaz. Bu yüzden, elimizdekilerin kıymetini gitmeden bilmek gerekir. Bazen eski bir radyo, bozuk sesiyle bizi bir an olsun rahatlatıp hayallere daldırabilir, huzura eriştirebilir. Ya da bir resme bakarken, gözümüzde canlanan tabloyla kendimizi o eserin içinde bulabilir, mutlu olabiliriz. Kimi zaman dedemizden kalma bir lamba karanlık odamızı aydınlatır ya da ninemizden kalma bir tespihle Kelimetullah’ı zikrederiz. O objelerde kendimize dair izler buluruz. Kendi geçmişimize, kendi değerlerimize dair izler...
Maziyle kurduğumuz bağ, kendimize dair yaptığımız içsel yolculukta önemli bir mesafeyi temsil eder. Ancak unutmamak gerekir ki biz, bu çağın insanıyız ve mazide boğulmamalıyız. Ben, mazide kaybolmadan, bu çağda kalarak geçmişi anlamaya, anlamlandırmaya, gizemini çözmeye ve sırrına ermeye çalışıyorum; eski eserlerin arasında...
Muhammed Üstündağ
Berlin, 2025
Japonya'da hem yaşayanlara hem de ölenlere karşı görevini yerine getirmek önemlidir. Bir noktadan sonra veda sessizce yaklaşır. Bu, hayatın doğal akışıdır.
Öfkeyle taşkınlık yapmayan, gülen kişidir daha güçlü olan. Japon atasözü. 6.3.87 tarihinde Schönefeld'de bir havaalanı gişesinde okundu.